6 Şubat 2014 Perşembe

ÇAN SESLERİYLE GÖÇ ETMEK







              Çanlar kimin için çalıyor? Hatırladığım kadarı ile bir film adıydı. Rum kesiminin hemen sınırı üzerindeki kilisenin propaganda amacı ile yaptırdığı büyük çanları benim için çalmıyor ama beni çocukluğuma ve gençlik yıllarıma alıp götürüyor.
             Çocukluk yıllarımda Akçaabat’ın yükseğindeki yaylaya Mayıs ayının sonlarında ve Haziran ayının başlarında “Göçlerin Kalkması” adı verilen ve hayvanları özellikle yeşil yayla otlarını yemesi için alıp yaylaya gitmesi olayı gerçekleşirdi. Böylece hayvanlar daha rahat beslenip gelişiyorlardı.
               Yaylaya göç kalkması zamanın yaklaşması bizim gibi çocukları ve gençleri tatlı bir heyecan basmasına neden oluyordu. Çünkü yayla denilince aklımıza özgür olma ve oyunları serbestçe oynamak geliyordu. Çimenlerin üzerine yatıp yuvarlanmak, tane tane kır çiçeklerini toplamak ve rengarenk kelebeklerin peşinden koşmak dayanılmaz bir zevkti. Bir an önce yaylaya kavuşmak için göç hazırlıklarına günlerce önce başlanırdı. Bizim için gerekli olan asgari malzemeler hazırlanır ve göç sırasında giyilecek en süslü elbiseler itina ile göç gününe kadar saklanırdı. Hayvanlar içinde gerekli süs eşyaları da bakımdan geçirilir, kullanılmayacak kadar eski olanların yerlerine yenileri alınırdı.
             Her ailenin bir göç günü vardı. Bu günlerde göç etmenin kendilerine ve hayvanlarına uğur getireceğine inanırlardı. Bizim göç günlerimiz Pazartesi veya Perşembe idi. O gün sabahın erken saatlerinde büyük bir heyecanla uyanılırdı. Karşı ki dağın üstünde bulunan yayla evimize gitmek için yola çıkmadan önce yükte hafif pahada ağır şeyler belirlenir ve alınırdı. Yaylaya gidebilmek için yaya olarak yaklaşık üç saat zaman gerekliydi. Bu yolculuğu canlandırmak ve heyecanı artırmak için gençler, yaylaya gidecek hayvanları süsleme yarışı yapardı. İneklerin boğazına ince ipliklerden yapılmış püsküller, buruncalar takarlardı. Yollarda ahenkli bir ses çıkarması için yine boğazlarına cırnaklar ve ziller bağlanır. Eğer koyun ve özellikle de koçlar varsa onlara da daha boğuk bir ses çıkaran kelekler bağlanırdı.             Bazı aileler yüklerini taşıması için besledikleri at, katır ve eşeklerini, üzerinde volkon denilen küçük zillerin, püsküllerin ve Türk bayraklı boncukları bulunduğu özel tasmalarla süslerlerdi. Ayrıca ineklerin boynuzlarına bağlanacak şekilde üçgen halinde olan ve üzerinde rengarenk boncukların ve püsküllerin bulunduğu süs, göç günleri bağlanırdı. Hatta bazı aileler çeşitli boncuklardan yapılan halhalları hayvanların ayaklarına bağlarlardı.
            Bu kadar süsleme hayvanlarda değişik bir şeylerin olacağını hissetmelerine neden olacak ki onlarda her günkünden daha farklı davranıyorlardı. Yerinde duramıyorlar. Yeşil ve taze yayla otlarının kokusu almış gibi her yere saldırıyorlardı. O zaman da çocuklara büyük iş düşüyordu. Koşan hayvanları yola düzgün şekilde sokmak çocukların göreviydi. Çünkü büyükler hem o kadar hızlı koşamıyorlardı. Hem de bazı yaylada lazım olacak eşyaları taşıyorlardı.
                   Güneş yeni yeni cehresini gösterirken yaylaya gitmek için yaya yola koyulurdu. İşte bu anda her hayvanın başında bulunan Çanlar, çırnıklar, ziller, kelekler ve volvonların çıkardıkları sesler birbirine karışır. Ahenkli bir müzik gibi etrafa yayılır ve duyanları değişik duygulara sevk ederdi.
          İşte yıllar sonra bambaşka amaçlarla çalınan çanlar, her seferinde beni çocukluk günlerime, yaylalara göç kalkmasına alıp götürüyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder