8 Şubat 2014 Cumartesi

BİR ÖMÜR SÜREN SEVGİ




İnsanlar farkına varmasa da, diğer insanlara açıkça söylemeseler de bazı sevgiler, aşklar bir ömür boyu sürer. Bu hareketlerinden anlaşılabilir tıpkı ninemin ki gibi...
            Bu günlerde yeni bir ismim var, Türkiyeli. Gel Türkiyeli, git Türkiyeli diye. Oysa bana da ailemin zamanında koyduğu güzel bir ismimi var. Mehmet. Fakat hatırlıyorum çocukken adım Mehmetçık idi. Bende buna alışmıştım. Üniversite de ise ismim ya Trabzon’du ya da Laz’dı ama daha sonraları herkes soyadım olan Koç ile çağırmaya başladı. Kimse bana doğru dürüst Mehmet demiyordu. Ama bir kişi hariç o da ninemdi. O beni hep Mehmet diye çağırırdı. Onun kadar ismimi güzel söyleyen kimse olmamıştır. Hatta çocukken yaylalar da ben ineklerimizin peşinden giderken o dağlara doğru:
“-Mehmeeet, ula..Mehmeeet” diye bağırır. Bende duymazlıktan gelirdim. O da sanki bir hasretle, bir özlemle daha önce yapmak istediği ama yapamadığı bir şeyi içinden gelerek devam ettirirdi.
Bir gün anneme:
“-Bu ninem benim ismimi çok seviyor galiba dedim Annem de:
“-Sever tabi, ne de olsa herifinin(kocasının) ismi. Belki de zamanında onu doya doya çağıramadığı için şimdi çağırıyordur” dedi.
Anladım ki ninem aslında beni değil, yıllar öncesi kaybettiği kocasını çağırıyordu. Belki de farkında olmayarak.....
Bütün kardeşlerimizin yaptığı ama özellikle ağabeyim ile ben o zamanları her şeyimizi ninemizle paylaşırdık. Sırlarımızı bile . Yeni yeni delikanlılık çağlarımızda etraftan duyduğumuz aşk, sevgi gibi kelimelerin daha çok dikkatimizi çektiği günlerde ninemizi sıkıştırmaya başlamıştık.
“-Dedemizi nerede gördün, nasıl sevdin anlat bize ne olur” diye söylenirdik. Her seferinde bizi başından savardı. Fakat bir gün ısrarlarımıza dayanamayarak:
            “-Ben dedenizi hep tanıyarak büyüdüm, biliyorsunuz o dayımın oğlu idi. Daha o zamanları yaşım küçüktü. Ama bir gün bizim Ali (Ağabeyim) dayımın kızı Mine ile evleniyordu. Babam hadi hazırlan seni de Mehmet’e veriyoruz deyince bir şey söyleyemedim. Hazırlan deyince neyi hazırlayayım. Orman yollarında, Rahnil (kışın yaprak dökmeyen bir ağaçcık) yaprakları sırtımda büyümüştüm. Yoktu öğle çeyizlerim falan filan yoktu. Yola çıktım. Kısaca berdel olarak verilmiştim. Dayımın evine vardım. Şaşkın şaşkın ne yapacağımı bilmeden Badomaya (eski evlerde odaların başladığı yüksekçe yer) oturdum. O ara dedeniz geldi. Tam karşımdan geçerken gözlerimin içine baktı. Simsiyah iri iri gözleri vardı. İçimden bir şeyler aktı, eridi gitti. bir sıcaklık bütün vücuduma yayıldı. O anda buraya ait olduğumu hissettim ve kalktım iş yapmaya başladım ve hala yapıyorum” diyordu gülerek.
Böylece başlayan evlilik ne yazık ki araya giren askerlik nedeniyle ayrılık ve ölüm sonucu çok fazla sürememişti.
 

            İkinci dünya savaşının olduğu yıllarda askere giden kocasından ayrılan ve henüz bir yaşını bile doldurmayan çocuğu ile yalnız kalan ninem yaşama dört elle sarılır. İçindeki hasretlerin acısını köylerdeki işlerini yaparak unutur. Ancak dört sene olan askerlik bir türlü bitmek bilmez işin en kötü tarafı bir kaç sene sonra Tunceli’nin Hozat ilçesinde askerliğinin yapan kocasının ölüm haberi ninemi yıkar. Bu zor durumda eşinin artından ağıtlar yakmaya başlar.
            İnsanoğlu, hayatın en büyük gerçeği ölüm karşısında uysal, teslimkâr, az isyancı fakat olabildiğince üzüntülüdür. Ölüm karşısındaki bu üzüntüsünü düzenli düzensiz söz ve ezgilerle ifade edilmiştir. İşte, insanoğlunun yüreğinin titreyişi sonucu söylediği bu şiirlere "AĞIT" adı verilmiştir. Şu halde ağıtlar, ölen kişinin ardından dökülen gözyaşları ve çekilen gönül ıstırabının acı dolu terennümleridir.
İşte ninem içindeki bu acıyı hafifletmek için her üzüntülü olayda, her ölünün artından tekrar tekrar ağıt olarak yakardı. Bilindiği gibi, ağıtlar çoğu kez kaleme alınıp yazıya dökülmezler ve onları söyleyen kişilerin ölümüyle de silinip giderler. Onlardan geriye bölük, pörçük birkaç dörtlükten başka birşey kalmaz. İşte bu ağıtlarda ninemin ölümü ile kayıp olup gitmiş ancak belleğimde kalan ve bir kitapta yer aldığını hayretle gördüğüm bir ağıtının bazı parçaları:

Kavaklar kısadır gelmez yapıya,
Dersim dağlarını aldık tabiya
Yansın Hozat yansın bi veran olsun
Bize sebep olan ellahdan bulsun
Kuti deresinde tabakam kaldı.
Kelinlik gızları seyrana kaldı
Yansın Hozat yansın bir veran olsun
Bize sebep olan ellahdan bulsun
Hozat’ın önünde igde ağacı
Zerde dipten keliyor zehirden acı
Yansın Hozat yansın bir veran olsun
Bize sebep olan ellahdan bulsun.
            Bir ömür boyu süren sevgiden benim bulabildiğim küçük kırıntılar. Mazide kalan birer hoş sedadır bunlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder