10 Temmuz 2014 Perşembe

Rus İşgal Komutanı S.P.MİNTSLOV’UN TRABZON GÜNLÜĞÜ


                                                                                                                      25 Mayıs 1916
Sayfa 13.    Gemi ile Of şehrine yaklaştık. Of yakınlarında savaş var idi. Bu savaşa denizciler de katılmıştı. Bu nedenle de çok soğuk olmasına bakmaksızın bizden hiç kimsenin şehre gitme hevesi olmadı.
            Geminin güvertesinde büyük delikler görülüyordu, bunlar toplardan atılan mermilerin duvarlarda açtığı deliklerdi. Mescidin yakınında olan ev çok büyük zarara uğramıştı. Evin her tarafı ve çatısı yok olmuştu. Batıya doğru yükseklerde dallar ile örtülmüş Türk siperleri görünüyordu. Bizim gemiden atılan mermiler bu siperleri tamamı ile dağıtmıştı.
            …………
            Of’un yakınlarında Almanların denizaltısı, yüzen hastane “Potugaliyani” batırılmıştı. Bizimkiler de nasıl oldu ise bir Türk gemisini mahvetmişlerdi ve geminin olduğu yerde sadece ağaçları görünüyordu.
                                                                                                                      28 Mayıs 1916
Sayfa 15 …. Trabzonda yerleştiğim ev terk edilmiş Türk evlerinden alınmış mobilyalarla döşenmişti.

Sayfa 16……… Lyahov Aleksandrovski Trabzon’a gelirken kıdemli binbaşı rütbesini almıştı. Trabzon’u almışlardı demiyorum çünkü şehrin 40 verstliğinde savaş sırasında Türkler bir mermi atmadan şehri terk etmişlerdi. Amerikan konsolosu Lyahov’un yanına gelerek şehrin herhangi bir direnç gösterilmeden teslim edildiğini belirtir. Bizim askerlerimiz Türklerin şehri terk etmesinden iki gün sonra şehre girdiklerinde şehrin Yunanlılar tarafından yağmalandığını görürler. Askerlerin yağma yapmaması  ve yerli halkı incitmemesi için Lyahov askerlerin şehirde durmalarına fırsat vermeden  şehirden geçirtir. Ancak şehir Yunanlılar ve bizim denizciler tarafından yağmalanmıştı. Denizciler piyade askerlerini mağlup ederek boşaltılmış şehre bir çok defa ateş açmışlardı. Pek çok bina zarara uğramıştı.
            Lyahov iyi generallerden biri olmasına rağmen Trabzon arazisinde yaptıkları akıl alır cinsten değildi. Hatta en tecrübesiz general bile bunları yapmazdı.
Sayfa 17 ……….şehrin bizimkiler tarafından işgal edildiğinde orada neler olduğunu sadece yıkılmış evler değil aynı zamanda bizim mühendislerin konuşmalarından da bilme olanağı vardı.
                                                                                                          7 Haziran 1916
SAYFA 21………… Trabzon’un  etrafında siper için bir tane de olsa hendek yoktur. Bunları en kısa zamanda yapmak gerekir. Türkler karşımızda idiler. Trabzon ile onların arasındaki mesafe en çok 12 verst idi.
                                                                                                          12 Haziran 1916
Sayfa 26  Hapishanenin binası ve diğer şeyler telgraf idaresine verilmiş, onların komutanı Melik Parsadanov temizlik yapılmasını emretmişti. Eyaletin tüm arşivi ve Türklerin burada oldukları sürede görülmüş olan mahkeme işlerinin belgeleri yargana atılarak yakılmaya başlanmıştı. Burada ne kadar değerli belgeler yok olmuştur.
                                                                                                          13 Haziran 1916
Sayfa 26 ………. Türkler bizim askerlerimizi sıkıştırmaya başlamıştı, hatta Of yakınlarında az kalsın cepheyi yarıp geçiyorlardı. Eğer bunu başarmış olsalardı, o zaman Trabzon’a gelen karayolu kesilmiş olurdu.
            Metropolitin yanına gittiğimde Türklerin şehre yaklaşmaları onu hasta etmişti. Onun midesine çok kötü etki yapmıştı.

Sayfa 29 .    Şehirde çok az sayıda Türk kalmıştı, onların çoğu yaşlılardı.
                                                                                                                      19 Haziran 1916
Sayfa 32 şehirde çiçek hastalığı yayılmıştı. Sokakta rastladığımız insanlar zehirlenmiş sinek gibi zayıf, sararmış durumda dolanıyordu. Askerlerin % 30’u bu hastalığa yakalanmıştı.

                                                                                                          24 Haziran 1916
Sayfa 35 Platana’da dağların etrafında çok sayıda Türk evleri vardı. Ancak onların tümü boştu. Evlerin çoğu yıkılmış ve talan edilmişti. Burada herhangi bir işle meşgul olmak çok tehlikeli idi. Kayaların arasından gizli şekilde mermiler atılıyordu.
Sayfa 36  Türk mekteplerinde duvarlarda şehre Rus ordusunun sokulması, halkın süngüden geçirilmesi ile ilgili tasvirlere rast gelmiştim. Komutan bunlar gerçekten olmuştur. Bizden önce gelen gruplar her yeri talan etmiş, topladıkları insanları Of’a göndermiş, yeteri kadar da ölen olmuştu.
                                                                                                          25 Haziran 1916
Sayfa 37 Plathane’de açlık vardır. Un, tuz yoktur. Tuz olmadığından ekmek pişiren fırıncılar hamuru deniz suyu ile yoğuruyorlardı.
                                                                                                          26 Haziran 1916
Hayatımda Trabzon’da gördüğüm kadar bit hiçbir yerde görmemiştim. Eşim onlar ile amansız bir savaş yapıyordu. Ancak bu az bir yardım sağlıyordu. Gelen her adam bir ayağı ile bir deste bit getiriyordu. Sokakta binlerce bit var idi.
            İnsanı bezdiren bir başka şey ise sivrisinekler idi. Gece sıcaktan ve onların azabından yatmak olası değildi. Sadece denizde yüzmek insanı gecenin uykusuzluğundan kurtarabilirdi.
                                                                                                          3 Temmuz 1916
Sayfa 39  Ne Kars ne de Trabzon hiçbir zaman Rus şehri olmayacaktır. Biz burada misafiriz. Ve çok cömert bir şekilde Ermeni ya da bir başkasının olacak bu araziye para harcıyorduk.
                                                                                                          15 Temmuz 1916
Sayfa 41 Türkler batı istikametine doğru sıkıştırılmışlardı. Şimdiki cephe hattı Trabzon’dan 60 verst uzaklaşmıştı. Foldan öbür tarafa idi.
Şimdiki saldırıları dikkate alsak şöyle bir düşünce ortaya çıkar ki, sanki bizim karşımıza çıkacak Türk kalmamıştı. Ancak karargah komutanı haber veriyordu ki, düşman çok güçlüdür, ileri doğru ilerlemek olası değildir.
                                                                                                          16 Temmuz 1916
Fol ve Platana’da veba hastalığı var idi.

                                                                                                          20 Temmuz 1916
Sayfa 46 Fol’da ve diğer yerlerde veba gittikçe artmaya başladı.

                                                                                                          27 Temmuz 1916
Şehirde 270 Türk esiri var idi. Onların vaziyeti akıl almaz şekilde idi. Onlar gören bunlar asker değil, sanki dilenci sanırdı. Bunlar arasında orta yaşlarda adam yok denebilirdi. Tümü ya yaşlılar ya da çocuklardı. Hekimlerin ifadelerine göre onlar arasında çıldıranlara ve ruhsal hastalara tesadüf ediliyordu.
            Esirler çok kötü bir durumda saklanır. Esirleri tavlaya benzer bir yere atmışlardı. Şehirdeki bütün yataklar komutanın ambarına yığılmış olsa da yerde değil yatak hatta saman bile yoktu.
            Sağlam olanlarla beraber hastalar da çıplak döşemenin üzerinde yatıyorlardı. Onların arasında 3 tifolu 2 veba hastası ve 2 de çiçek hastası vardı. Özel gereksinmeleri için bile onları bahçeye bırakmıyorlardı, kaldıklar yerde gereksinmelerini gideriyorlardı.
                                                                                                          28 Temmuz 1916
Sayfa50   bu araziler ele geçtikten sonra hiçbir şeyin alınmaması sadece camilerdeki halılar götürülüp komutanın karargahına bırakılması ve buradan da Tiflis’e açık artırmaya gönderildi. Mescitlerdeki halılar çok büyük ve çok eski idiler. Kendi değerlerine göre çok kıymetli idiler.
                                                                                              30 temmuz 1916
SAYFA 51 Yeni işime talancı çeteleri ortadan kaldırmakla başladım. bölgeden kaçmış olan Ermeniler geri dönüp çeteler oluşturarak talanla meşgul oluyor. Burada kalan sivil Türklerden intikam alıyorlardı. Emrime 29 Kazak ve bir subay verildi.
            Şehir haddinden fazla pisleniyordu. Rus insanı tek kaldığında yüreği ve midesini boşaltır! Şehirde milyarlarca sivrisinek var idi. Sokaklarda yürüyorken yerden duvar aralarından bulutlar halinde kalkıyorlardı.
                                                                                              4 Ağustos 1916
Sayfa 61 hırsızlık gittikçe çoğalıyordu. Gün yoktu ki yanıma hırsızlıkla ilgili bir şikayetçi gelmesin. Hayvanları çalıp insanları dövüyorlardı. Katiller ise ya Ermeniler ya da arka cephedeki utanmaz Ruslar ve Kazaklar idi.
            Uzak eyaletlerden bana hoş olmayan haberler geliyordu. Kaçgın ve askerlerin faaliyetlerinden, açlıkla yüz yüze gelmiştik. Ne köylerde ne de şehirde yiyecek bir şey kalmamıştı.
                                                                                              8Ağustos 1916
            Sayfa 62  Buradaki dağlardan ancak katır ya da yayan yürümekle aşılabilirdi. En ağır yükleri ise kadınlar taşıyorlardı. İşgücü bu günlerde haddinden fazla idi. Kafkasya’dan buraya bir hayli insan getirmişlerdi.
                                                                                              10 Ağustos 1916
            Trabzon’da toplam 3 Ermeni sağ kalmıştı. Buna göre Tiflis, Batum ve Bakü’den Ermeniler kara kuzgun gibi buraya dökülür ve gerçek anlamda talan başlıyordu. Yeterince yağma yapıldıktan sonra komitenin birinci kısmı çekiliyor, onların ardınca ikinci kısım yağmaya devam ediyor.
            Bilinmeyen şahıslar buralarda ağalık ediyorlardı. Kitaplar, halılar seçilir ve mallar sessiz bir şekilde kayıp oluyorlardı. Komiteden bunun ile ilgili bilgi istendiğinde bunlar daha önce ölmüş olan adamların varisleridir. Onların babalarına ait olan malları almaktadırlar. Bu nedenle de mallar günden güne azalmaktadır diye yanıt veriyorlardı.
            Rotmistr Sefronov geri döndü. Dağlarda eşkıyalar ile mücadele yapmak için onu ben göndermiştim. Kendisinden daha düşük rütbede olan 11 adamda onun ile gitmişti. Safronov 6 gün dağlarda kalmıştı. Yollar çok dar imiş. Bu nedenle atlarını hep yularlarından çekerek götürmüşlerdi.
            Yakalananların tümü Ermenilerdi. Bu adamlar yerli halkın malını ve hayvanlarını ellerinden aldılar. İşin meraklı tarafı ise bunları almanın kendilerinin hakkı olduğunu ve ellerinde buna dair belge bulunduğunu söylüyorlardı. Güya hükümet hayvanların onlara parasız verilmesine dair emir vermişti. Karşı çıkanları dövüyor, emlaklarını yağmalıyorlardı. Bundan başka pek çok insanı öldürmüşlerdi. İlk önceleri ben bunu Ermenilerin intikam almaları şeklinde düşünüyordum. Şimdi yanıldığımı görüyorum. Çünkü Ermeniler sadece Türkleri değil, aynı şekilde Rumlara da davranıyorlardı.
                                                                                                          18 Ağustos 1916
            Sayfa 67 Evlerden arda sadece yıkılıp dökülmüş duvarlar kalmıştı. Etrafta hiç kimse yoktu. Bizi burada aç kediler karşılıyor ve zavallıcıklar miyavlayarak peşimiz sıra geldiler.
Sayfa 73 bizim gittiğimiz yol bir çok defa Türklerin kazdıkları hendeklerin yanından geçti.
                                                                                                          14 Eylül 1916
Sayfa 82  bu sırada Batum’a Trabzon’dan göçürülen adamlar getirildi. Gemide 1200 kişi var idi. Ve bunlardan sadece 15’i yaralı idi. Bu arazilerde hastalık çok yayılmıştı.
                                                                                                          16 Eylül 1916
Sayfa 89 Yazın Türkler Of’a hücum ettiği zaman Batum ile alakamız neredeyse kesiliyordu. Bu meselenin açıklığa kavuşturulması için Dinga görevlendirilmişti. Ön cephede olan gurubun birisinde bağımsız şekilde faaliyet gösteren birisi kendi etrafında bir teşkilat oluşturur. Siyasi bir teşkilat. Bu dernek vasıtasıyla Türkler bizim hakkımızda haber almışlar. Bir gün oların yardımı ile az kalsın Of’u ele geçiriyorlardı. Teşkilatın başı ve yanında 12 kişi Türklerin tarafına kaçmışlardı. Geride kalan 8 kişiyi ise Dinga yakalatarak astırır. Buna göre Dinga’ya General mayor rütbesi verilir. Askerlerimizin Türklerin yanına kaçmaları nadir görülen bir durum değildi.
                                                                                                          24 Eylül 1916
Sayfa 95 Shvarch mabedin yanındaki Türk evlerinin yıkılmasını emretmişti ve sonra yapılacak arkeolojik kazılar için meydan boşaltılmıştı. 


10 Mart 2014 Pazartesi

MUHACİRLİK




                                                                                  Muhacirlik şimdi büktü belumi
                                                                                  Hayin Urus yaktı yıktı evumi
Not: 1.Dünya Savaşı sırasında  Rus orduları Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz kıyılarını işgal ettiler. 14 Nisan 1916’da Trabzon’a Rus ordularının girmesiyle birlikte, binlerce aile batıya doğru büyük bir göç başlattı. Ordu’dan Kastamonu’ya kadar, hemen her yerleşim birimine dağılan Doğukaradenizli göçmenlerin büyük bölümü, 24 Nisan 1918 tarihli Brest-Litovsk antlaşması sonucu Rus ordularının çekilmesiyle birlikte yurtlarına döndüler. Göçmenlerin bir bölümü ise yurtlarına dönmeyip göç ettikleri yerlere yerleştiler.
“Bu Ruslar’a  tutsak olmaktan kaçan yüz binlerin göçüdür. İzlediği yollarda çaresizlik, hastalık, açlık ve ölüm vardı bu bozgunun..
...Yola çıkacak aileler yanlarına yalnızca en gerekli eşyalarını almak zorundaydılar; yatak, çamaşır ve bir kaç kap kacak. Geride düşmanın yararlanacağı her türlü belgeler yakılıyordu.
..Evet bir güz sabahı düştük yollara. Büyük göç bizimle başladı Karadeniz kıyısında.Tarih Eylül 1915.
Eskilerin “sümbüli” dedikleri kapalı ve sıkıcı bir hava vardı o güz sabahı. Denizin yüzü gülmüyor ama hiç değilse uslu duruyordu. İlk hedef Ordu’ydu. Ondan sonra bakalım Tanrı  ne gösterirdi.
“Yorgunluk  açlık ve hastalık eziyor, kırıyordu insanları. Yürümek, barınacak, beslececek bir yer bulmak zorundaydılar. Bunun için önceki kafileleri geçmek gerekiyordu. Çoğu yalınayaktılar. Geceleri açıkta titreşerek bir birlerine sokulanlar vardı.
Göç, sahil boyu durmadan akan bir sel gibi devam etmiş.bu akışın yoğun günlerinde  öyle acıklı olaylar olmuş ki  söylemeye dilim varmaz yürek dayanmaz. Birbirlerini yitirenlerin seslerini, sızlanışlarını duyuyorduk. Bağırışıyorlardı avaz avaz: “Haticeee, kiz Haticeee nereysun?” Bir kadın rastgeldiğine sorup duruyormuş: “Uşagumi gördünüz mü? Aha şuncacık Ali’mi he? Haburadaydı demincek?  Sonra dört bir yana sesleniyor: “Aliii,Aliii” bu kayıp olan ya da bırakılan çocukları  sonradan Trabzon Valiliği topladı ve açtığı yetimler evine yerleştirdi. Orada barındılar, okudular ya da sanatkar oldular. Bir çoğuda yollarda öldü tabii.

Ve göçmenler yorgun soluk soluğa, ter içinde yürüdüler, yürüdüler... arkalarında Ruslar, ağır ağır izledi bu yürüyüşü. Bu Harşit Irmağı’na dek sürdü.  Bu arada çetin savunmalar yaptı Osmanlı ordusu. Of’taki savunma ise bir başka oldu. Oflular, kadını kızı, ihtiyarı genci, yurtlarını haftalarca savundular. Karşılarında çok üstün kara kuvvetleri vardı.Üstelik Rus Kruvazörleri de denizden toplarıyla vuruyorlardı. Kahramanca dayandı Oflular ama sonunda yenildiler. Ölen öldü, kaçan kaçtı, kaçamayan tutsak oldu ve bir türkü dolaşır oldu dilden dile: Muhacirlik şimdi buktü belumi”
Yolculuk günlerce sürecekti. Rus gemileri yüzünden takalarla gidenler  kıyıya yakın gitmek ve geceyi de karada geçirmek zorundaydılar. Vakfıkebir’e doğru karayel esti, yağmur başladı. Yorgun ve sırılsıklam ulaştık kasabaya..

KAYNAK:Güvemli, Fevzi. (1999) Bir Zamanlar Ordu –ANILAR- Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları

HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU MEMLEKETİMİ ANLATIYOR




2 Temmuz 1947 Pazartesi günü İstanbul’dan Rize’ye doğru yola çıkan yazar,
Türkiye’de Üç Devir 1.Cilt
kitabında yöremizi şöyle anlatıyor:
            Bu yörenin insanları tertemiz, hareketli, heyecanlı, bazen hırçın ve fevri insanlar. Pontus devri öncesinden sürüp gelen bir gurur taşıyor ve bu gurur, halk arasında kendini kin ve kan davası şeklinde açığa vuruyor. Oraya gitmeden önce memleketimizde kan davasının ve bu dava dolayısıyla işlenen cinayetlerin, söndürülen ocakların sayısı bakımından buranın en başta olduğunu zaten biliyordum; temaslarım neticesinde bu bilgim daha da arttı.
            Bu yörenin insanları fakir. Bu fakirlik bölgenin orman bakımından yeşil olmasına rağmen, sarp arazide başka çalışma alanları bulunmaması, mısır ekilen toprağın az olması yüzünden yüzyıllardan beri devam edip gidiyor ve bu yüzden gurbetçilik doğuyor.
            Denizlerin enginliği de, göklerin maviliği de, bulutların beyazlığı ve gün batışındaki kızarıklığı da çok güzel, çok yüce tabiat manzaraları. Fakat ben dağlardaki orman yeşilliğini, bunların hepsinden çok seviyorum. Çok sevdiğim içinde buradaki korkunç orman tahribatından, orman katliamından dolayı yürekten ve derinden üzülüyorum.

VALİ HAZIM TEPEYRAN YÖREMİZİ ANLATIYOR.



Ebubekir Hazım Tepeyran Trabzon Valisi olarak 26 Ağustos 1921 tarihinde Trabzon'a geldi. Durumu yerinde görmek için köylere yaptığı gezileri anılarında yazdı. Bu anılar Çağdaş Yayınları tarafından 1982 yılında Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları isimli kitapta yayınlandı. Bu kitabın 99-110 sayfalarında Trabzon Köyleri Anlatılıyor. Buna göre işte bizim eller:
            Trabzon da baştan başa zümrüt gibi yeşil dağların tepelerinde ve böğürlerinde uzun fasıllalar la birer ikişer nadiren üçer küçük beyaz binalar görülür. Bu binaları ilk gördüğüm zaman ne olduklarını anlayamamıştım. Yakından görerek bunların birer köy evi olduklarını öğrendim.
            Her köylü, evini tarlasının kenarına yapmak suretiyle evler bir, iki hatta üç saatlik bir sahaya dağılmışlardır. Evlerinin bu derece dağınık bulunmaları köylerin yolsuz ve okulsuz kalmalarına neden olmuştur. Çünkü böyle bir köyün ne tarafına bir yol, bir okul bir köprü yapılsa iki üç aileden ziyadesinin istifade edebilmesi mümkün değildir. Okulsuzluk, bu köyler ahalisinin pek ilkel yaşayışlarını devam ettirmektedir. Bunların yalnız bir insan geçecek kadar dar yollarının tenhalığı, evlerinin yalnızlığı taaruza pek müsait olduğundan can, ırz ve malını korumak için en fakir köylü bile mutlaka ve daima silahlıdır. Köylerin şu hal,inden dolayı yaralanma, katil ve gasp hadiselerinde suçluları bulmakta, tutmakta hükümet müşkülata düşmekte olduğu gibi nadiren tuttuğu sanıklara da şahit ve delil bulunamayarak mahkemeler bir ceza vermedikleri için ölenlerin evladı, akrabası, er geç bir fırsat bulunca bildikleri veya zannettikleri katili öldürmek suretiyle öç alıyorlar.
            O bölgede devam eden kan gütmek adeti köylerin bu halde bulunmalarının tabi bir neticesidir. Trabzon da bulunduğum esnada Akçaabat kazası dahilinde öldürülen bir şahsın katili hakkında yapılan tahkikat, bunun 15 sene önce öldürdüğü bir adamın intikamı olarak katledildiği anlaşılmıştı.
            Dağınık evler olduğu sürece kan gütme adetinin süreceğine şüphe yoktur. Çünkü katilleri korkutacak bundan başka bir kuvvet yok demek olduğundan bu adette olmazsa böyle ıssız dağlarda konusuz komşusuz can ve malını koruyabilmek pek zor olur.
            Trabzon köylerinin kadınları kadar zahmet ve meşakkate mahkum Havva kızlarını da başka hiç bir vilayette görmedim.
            Buralarda iyi kötü umumi bir yolda yoktur. Yol denilen şeyler çoğunlukla dik bayırlardan akan suların açtıkları mecralardır. Bu yolların zahmetini çekenler, köylülerinin mahsullerini dipleri dar, ağızları geniş sepet ve küfelerle Pazar yerlerine getiren ve oradan alınan şeyleri köylere götüren çıplak ayaklı talihsiz kadınlardır.