Çanlar kimin için çalıyor? Hatırladığım kadarı ile bir film adıydı. Rum kesiminin hemen sınırı üzerindeki kilisenin propaganda amacı ile yaptırdığı büyük çanları benim için çalmıyor ama beni çocukluğuma ve gençlik yıllarıma alıp götürüyor.
Çocukluk yıllarımda Akçaabat’ın yükseğindeki yaylaya Mayıs ayının sonlarında ve Haziran ayının başlarında “Göçlerin Kalkması” adı verilen ve hayvanları özellikle yeşil yayla otlarını yemesi için alıp yaylaya gitmesi olayı gerçekleşirdi. Böylece hayvanlar daha rahat beslenip gelişiyorlardı.
Yaylaya göç kalkması zamanın
yaklaşması bizim gibi çocukları ve gençleri tatlı bir heyecan basmasına neden
oluyordu. Çünkü yayla denilince aklımıza özgür olma ve oyunları serbestçe
oynamak geliyordu. Çimenlerin üzerine yatıp yuvarlanmak, tane tane kır
çiçeklerini toplamak ve rengarenk kelebeklerin peşinden koşmak dayanılmaz bir
zevkti. Bir an önce yaylaya kavuşmak için göç hazırlıklarına günlerce önce
başlanırdı. Bizim için gerekli olan asgari malzemeler hazırlanır ve göç
sırasında giyilecek en süslü elbiseler itina ile göç gününe kadar saklanırdı.
Hayvanlar içinde gerekli süs eşyaları da bakımdan geçirilir, kullanılmayacak
kadar eski olanların yerlerine yenileri alınırdı.
Her ailenin bir göç günü vardı. Bu
günlerde göç etmenin kendilerine ve hayvanlarına uğur getireceğine inanırlardı.
Bizim göç günlerimiz Pazartesi veya Perşembe idi. O gün sabahın erken saatlerinde
büyük bir heyecanla uyanılırdı. Karşı ki dağın üstünde bulunan yayla evimize
gitmek için yola çıkmadan önce yükte hafif pahada ağır şeyler belirlenir ve
alınırdı. Yaylaya gidebilmek için yaya olarak yaklaşık üç saat zaman
gerekliydi. Bu yolculuğu canlandırmak ve heyecanı artırmak için gençler,
yaylaya gidecek hayvanları süsleme yarışı yapardı. İneklerin boğazına ince
ipliklerden yapılmış püsküller, buruncalar takarlardı. Yollarda ahenkli bir ses
çıkarması için yine boğazlarına cırnaklar ve ziller bağlanır. Eğer koyun ve
özellikle de koçlar varsa onlara da daha boğuk bir ses çıkaran kelekler
bağlanırdı. Bazı aileler
yüklerini taşıması için besledikleri at, katır ve eşeklerini, üzerinde volkon
denilen küçük zillerin, püsküllerin ve Türk bayraklı boncukları bulunduğu özel
tasmalarla süslerlerdi. Ayrıca ineklerin boynuzlarına bağlanacak şekilde üçgen
halinde olan ve üzerinde rengarenk boncukların ve püsküllerin bulunduğu süs,
göç günleri bağlanırdı. Hatta bazı aileler çeşitli boncuklardan yapılan halhalları
hayvanların ayaklarına bağlarlardı.
Bu kadar süsleme hayvanlarda
değişik bir şeylerin olacağını hissetmelerine neden olacak ki onlarda her
günkünden daha farklı davranıyorlardı. Yerinde duramıyorlar. Yeşil ve taze
yayla otlarının kokusu almış gibi her yere saldırıyorlardı. O zaman da
çocuklara büyük iş düşüyordu. Koşan hayvanları yola düzgün şekilde sokmak
çocukların göreviydi. Çünkü büyükler hem o kadar hızlı koşamıyorlardı. Hem de
bazı yaylada lazım olacak eşyaları taşıyorlardı.
Güneş yeni yeni cehresini
gösterirken yaylaya gitmek için yaya yola koyulurdu. İşte bu anda her hayvanın
başında bulunan Çanlar, çırnıklar, ziller, kelekler ve volvonların çıkardıkları
sesler birbirine karışır. Ahenkli bir müzik gibi etrafa yayılır ve duyanları
değişik duygulara sevk ederdi.
İşte yıllar sonra bambaşka amaçlarla
çalınan çanlar, her seferinde beni çocukluk günlerime, yaylalara göç kalkmasına
alıp götürüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder